YAŞAR KAYA


Saray güzeldir, lakin sultan daha güzeldir?


Gökleri ve yeri, gece ve gündüzü birer tezgâh hükmünde yaratan Cenâb-ı Hak, insanın nazar-ı dikkatini âlem sahifelerinde teşhir ettiği hadsiz lütuf ve ihsana celbediyor ve onu tefekküre davet ediyor. Bu kâinat kitabına dikkatle bakıp, ibretle mütâlâa etmesini, suretten mânâya, eserden müessire, fiilden faile, lûtuftan lâtife, ihsandan muhsine intikal etmesini istiyor. Allahü Teâlâ, Kur´an-ı Kerîm´inde hitablarını akıl sahiplerine, hususan insana yapıyor. Zira, insanı, bu ulvî vazifeyi hakkıyla yerine getirebilecek bir fıtrat ile dünyaya göndermiş, bütün âlemleri varlığının ve birliğinin delilleriyle, kudret ve azametinin burhan -larıyla, rahmet ve kereminin nişanlarıyla doldurarak onun önüne sermiştir. Tâ ki, o insan semavat ve zeminin hârika tedbirini, gece ve gündüzün mükemmel tanzimini, semavî cisimlerin başdöndüren tedvirini, şu muhteşem tabloların hayretfeza tasvirini, şu rengârenk mevcudatın göz kamaştıran tezyinini ayrı ayrı tefekkür etsin, onlarda tecelli eden nimet ve ihsanlara karşı şükür ve hamd ile mukabelede bulunsun.

"Nurun gelmesi elbette nuranîden ve vücut vermesi herhalde mevcuttan, ihsan ise gınadan, sehavet ise servetten ve talim ilimden gelmesi bedihî olduğu gibi, hüsün vermek hasenden ve güzelleştirmek güzelden ve cemâl vermek cemilden olabilir, başka olamaz."
diyerek, bütün varlık âlemini geride bırakıp onları var edene teveccüh etsin, O´nu bilsin, O´nu tanısın, O´nu sevsin. Huzurunda el bağlayıp, bel büksün, diz çöküp, yüz sürsün. Böylece O´na kul olma şerefinin şükrünü edaya çalışsın.
Evet, insan hem kendi nefsini, hem de bu muhteşem âlem sarayını temaşa ve tefekkür etmekle Allah´ı bilebilir ve bulabilir. "Nefsini bilen Rabbini bilir." hakikatından hareketle önce kendi nefsini düşünür. Menşei olan bir katre sudan tâ son aldığı surete kadar geçirdiği bütün tavır ve safhalara hayalen nazar eder. Şuursuz ve cansız elementlerin bu safhalarda ne kadar harika bir nizâm ile ve ne kadar mükemmel bir tertip ile istihdam edildiklerini hayret ve ibretle düşünür. Bu cansız ve şuursuz elementlerden şuur ve hayata merkez bir vücud halkeden Sâni-i Hakîm´in muhît ilmini, nihayetsiz kudretini takdir ve ta´zim eder. Bedenindeki nizâm ve intizama, ölçü ve takdire bakarak, onlarda tezahür eden ilim ve hikmeti akıl gözüyle görür. Bütün organlarının en güzel surette yaratıldıklarını, birbiri-leriyle elele verip muntazaman vazife gördüklerini, hepsinin kendi vazifelerine göre en uygun şekli aldıklarını, en güzel sureti giydiklerini hayretle tefekkür eder.
Bütün nzıklardaki hadsiz tadları tanıyan, tartan ve zevkeden dilini; gülünden zambağına, karanfilinden menekşesine kadar, bütün kokular taifesini teftiş eden burnunu; rüzgârın seslerini , kuşların nağmelerine kadar bütün ses dünyasından onu haber-
dar eden kulağını; şu suret ve renk âlemlerinin seyircisi ve bu âlem kitabının mütalâacısı olan gözlerini bu şuurla mülâhaza ederek Hâlik´mm rahmet ve hikmetini takdir, kemâlât ve maharetini ta´zim eder. Sonra, bedenindeki her bir azadan hâsıl olan faydanın, o âzânın şekliyle yakından alâkadar olduğunu düşünür. Gördüğü bütün işler ve yaptığı bütün eserleri ellerinin şu hazır şekline borçlu olduğunu ibretle tefekkür eder. Diğer azalarını da aynı nazarla değerlendirir. Cenâb-ı Hakk´ın takdir ve tasvirindeki nihayetsiz hikmetini seyreder ve her bir âzânın bir vahdet mührü olduğunu bilir. Daha sonra, her bir âzânın ancak kendi yerinde bulunmakla faydalı olduğu dikkatine çarpar. Burnunun, koltuk altında; gözünün, tam tepesinde; ağzının, ense kökünde, ellerinin, ayak yerinde; ayaklarının el yerinde..; bulunmaları halinde bu azaların birer haz kaynağı değil, ızdırap menbaı olacaklarını derkeder.
Bir fotoğraf makinası gibi başının en münasip yerine konan gözlerini düşünür. Onları, alnından inecek terlerden koruyan kaşlarına, en küçük tozdan bile esirgeyen kirpiklerine dikkatle bakar. Bu göz-kirpik-kaş üçlüsünün hikmetli yaratılışları yanında, ayrıca, yüze bir süs olmalarını da ibretle hatırlar. Bütün âzalarının böyle yerli yerine konulmasındaki hikmet ve inayeti düşünüp, Mukaddir-i Hakîm´ine hamd ü sena eder.
Bedenini böylece temaşa ettikten sonra, tefekkürünü bir derece daha derinleştirerek onda hükmeden mânâ âlemine, yâni, hayata ve onun ihtiva ettiği kudsî haki-katlara bakar. Her ilmin anahtarı olan aklına, binler kütüphane kadar mânâları içine alan hafızasına, kâinatı kuşatacak derecede geniş olan muhabbet kabiliyetine, şefkat, aşk, şevk gibi lâtif duyguların mahalli olan kalbine, mârifet-i İlâhî´nin ziyasını neşreden vicdanına, hülâsa bütün iç dünyasına ve ruh âlemine hayret ve ibret nazarlarıyla bakar. Azalarmdaki nizâmın ve onlar arasındaki yardımlaşmanın çok daha hârika bir surette, bu hissiyat ve duygular arasında da mevcut olduğunu bilir, hisseder ve zevkeder.
Bir et ve kemik, kan ve ilik yığını olan bedeninde düşünme, hayal kurma, hıfzetme, sevme, korkma, endişe etme gibi binlerle faaliyetin kaynaştığını hayretle tefekkür eder. Her bir hissinin ve duygusunun ayrı bir vazifesi bulunduğunu fehmeder. Düşünme, inanma, sevme... istidadında olan ruhuna yazan el, konuşan dil, secde eden baş... veren Rabb-i Hakîm´ine hadsiz hamd ü sena eder. "Bedenimi bütün azalarıyla kim tanzim etmişse, ruhumu da, bütün hissiyatiyla ve duygularıyla yine o tanzim etmiştir" diye hükmedip Sâni´-i Hakîm´inin hikmetine hayran olur.
Kendisinin o ulvî ve zengin istidadiyle, Cenâb-ı Hakk´ın bütün isimlerine en cami bir âyine olduğunu idrâk ederek, Aynı şekilde, bütün hayvanatın iç âlemlerine de nazar eder. Onlardaki hakimane faaliyetlerin, basirâne tedbirlerin, rahimâne tasarrufların sağır tabiata, kör kuvvete ve şuursuz sebeblere verilemeyeceğini yakînen bilir.
Nebatatın içlerinde cereyan eden hârika faaliyetleri de bunlara kıyas eder, aynı mizanla tartar.
Sonra bu hakikatin deryalarda, dağlarda, yerin derinliklerinde, sema tabakalarında cari olduğunu dikkate alır. Ne deryaların, içlerindeki mahlûklardan; ne dağların, taşıdıkları hazinelerden; ne semanın, ihtiva ettiği sistemlerden haberdar olmadıklarını ibretle tefekkür eder. Ve bu tefekkür ile, kâinatın mihrak noktası olan insandan, sema tabakalarına kadar bütün mevcudatın iç âlemlerinin aynı ilmin murakabesinde, aynı irâdenin tedbirinde, aynı kudretin tasarrufunda... olduğunu iz´an eder.
"Her şeyin bâtını zahirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi, hayatça daha kavi, şuurca daha tamdır." (Mesnevi-i Nuriye)
Sonra, herşeyin iç âleminin dışından daha mükemmel olduğu hakikatini tefekküre başlar. Önce kendi iç âlemini nazara alır. Hayâl, hafıza, muhakeme ve şuur gibi iç duygularının efendisi olan aklının; marifet, muhabbet, şefkat gibi hakikatların makesi olan vicdanının bedendeki azalardan çok daha hârika, çok daha mükemmel olduğunu hemen anlar. Ve şu hakikatlara intikal eder:
"Saray güzeldir, lâkin sultan daha güzeldir. Zira saray sultan içindir."
"Kafes güzeldir, ama bülbül daha güzeldir."
"Lâfız güzeldir, fakat mânâ daha güzeldir. Çünkü, lâfız kuvvetini ve kıymetini ondan alır."
"Kabuk güzeldir, lâkin lüb daha güzeldir. Çünkü, ukde-i hayat ondadır."

Bu tefekkür ile kendi bedenin de bir saray, bir kafes, bir lâfız yahut bir kabuk hükmünde olduğunu ve ondaki bütün güzelliklerin, tenasübün, ahengin onda hüküm süren ruh sultanından kaynaklandığını yakinen anlar. Asıl, nuranî kâmil ve hâkim olanın hep ruh olduğunu, bedenin ise ancak ruhun terakki ve tealisine hizmet eden, dağılmaya mahkûm bir kabuk olduğunu idrâk eder.
Bu kâinatı da bir büyük insan gibi tasavvur ederek onun akılları hayrette bırakan kametini, nazarları kamaştıran endamını ve onda tezahür eden hârika güzellikleri tefekkür eder. İnsandaki bütün güzelliklerin onun iç âleminden gelmesi gibi, bu muhteşem kâinattaki güzelliklerin de melekût âleminden geldiğini bilir. Kendisindeki kalb, akıl, ruh, hafıza, hayal... âlemlerine mukabil, insan-ı ekber olan kâinatta da Arş, Kürsî, âlem-i ervah, levh-i mahfuz, âlem-i misâl gibi âlemlerin mevcud olduğunu ve bu âlemlerin şu görünen âlemden daha âli, daha yüksek, daha güzel, daha lâtif olduğunu anlar.

  • Perşembe 21.3 ° / 12.1 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cuma 20.4 ° / 10.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 15.7 ° / 6.3 ° Orta kuvvetli yağmurlu