PROF.DR.HAMİT PEHLİVANLI


ŞEHRİMİZDEN ÇEHRELER: EĞİTİMCİ-SİYASETÇİ ALİ RIZA ÇETİNER

Eğitimci ve siyasetçi Ali Rıza Çetiner Kırıkkale’nin yetiştirdiği önemli isimlerden biridir. “Şehrimizden Çehreleri” tanıtmaya çalıştığım bu yazımda eğitimcilikten gelen Çetiner üzerinde duracağım. Öncelikle Ali Rıza Bey’in kısa özgeçmişi hakkında bilgi verdikten sonra TBMM’deki siyasi faaliyetleri ve yaptığı konuşmalarında ele aldığı hususları dile getirmeye çalışacağım.


ŞEHRİMİZDEN ÇEHRELER:

EĞİTİMCİ-SİYASETÇİ ALİ RIZA ÇETİNER

GİRİŞ

Eğitimci ve siyasetçi Ali Rıza Çetiner Kırıkkale’nin yetiştirdiği önemli isimlerden biridir. “Şehrimizden Çehreleri” tanıtmaya çalıştığım bu yazımda eğitimcilikten gelen Çetiner üzerinde duracağım. Öncelikle Ali Rıza Bey’in kısa özgeçmişi hakkında bilgi verdikten sonra TBMM’deki siyasi faaliyetleri ve yaptığı konuşmalarında ele aldığı hususları dile getirmeye çalışacağım. 

Çetiner, arşiv 

kayıtlarına göre 1 Temmuz 1928’de Sulakyurt’ta doğmuştur. Babası Mahmut Bey, annesi Adviye (Adeviye) Hanımdır. 1946’da öğretmen okulundan mezun olmuştur. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Özel Öğretim Bölümü yüksek kısmından 1954’te mezun olmuştur. Askerliğini Piyade Teğmen olarak yapmıştır. Milletvekili seçilmeden önce Eskişehir Millî Eğitim Müdür yardımcılığı yapmıştır. Meclise iltihak tarihi 22.10.1965’tir. TBMM Millet Meclis Üyesine Mahsus Zat ve Sicil Dosyasındaki “Hal Tercümesi Kâğıdı” kısmında kendi el yazısıyla yazdığı metinde belirttiğine göre, “Anka

ra İlinde İlköğretim Müfettişliği, Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü ve Ankara Maarif Müdür muavini olarak çalışmıştır. Mesleki kıdem yılı 18 yıldır. İki yıl Georgetown okuluna kursiyer olarak devam etmiştir. İngilizce lisanına vakıftır.” 10.10.1965’te yapılan milletvekili seçimlerinde Ankara Milletvekili seçilerek 11.10.1965’te milletvekili tutanağını almıştır.[1] Neziha Hanım ile 28.05.1947’de evlenmiştir. Neziha Hanım 15.03.2004’te vefat etmiştir. Neziha Hanım’dan üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Ancak oğlu Mahmut Nedim Çetiner henüz üç aylıkken vefat etmiştir. Diğer çocukları Sezai Çetiner ve Mustafa Çetiner’dir.[2] Ali Rıza Bey aşağıda yazılı kurumlarda görev yapmıştır: Sulakyurt Bölge Okulu öğretmenliği (1946-1947), Kızılcahamam Bayındır Köyü Okulu Baş Öğretmeni (1949-1950), Kızılcahamam Avdan Köyü Başöğretmeni (1951), Ankara Merkez ilçesi Zirkayı Köyü Yetiştirme Yurdu öğretmeni (1952-1955), Ankara İlköğretim Müfettişi Stajyeri(1955-1956), Yedek Subay Okuluna gidiş (1.6.1956), Asteğmen nasbı (30.11.1956), Teğmenliğe terfi (31.5.1957), Ankara İlköğretim Müfettişliği (1957-1963), Eskişehir İlköğretim Müfettişliği (1965), Ankara Milletvekili 2. (13.) Dönem (1965-1969), Ankara Çankaya İlköğretim öğretmenliği (1969), Ankara Erkek İlköğretim Okulu meslek dersleri öğretmeni (1970), Ankara İlköğretim Müfettişi (1970-1973), Çankırı İlköğretim Müfettişi 1973), Ankara Millî Eğitim Müdür Yardımcısı (1974-1976), Ankara Millî Eğitim Müdürü (1976-1977), Adana Millî Eğitim Müdürü (1977), Bakanlık Müşaviri (1977). Ali Rıza Çetiner, Ay-Fen Özel Aydın Fen Dershanesinde müdür olarak çalışırken rahatsızlığı sebebiyle 26.06.1987’de istifa ederek ayrılmıştır. Çetiner, 29.03.2008’de vefat etmiştir. 31 Mart 2008’de Cebeci Asri Mezarlığına defnedilmiştir.[3] Ali Rıza Çetiner, Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü (1978) yapmıştır. Ecevit Hükûmeti Millî Eğitim Bakanlarından Necdet Uğur zamanında “başka bir göreve atanmak üzere” görevinden alınması için Başbakanlığa 03.03.1978 tarihinde bir yazı gönderilmiştir.[4] 6 Mart 1978 tarihli 19907 sayılı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk imzalı üçlü kararname ile görevden alınması uygun bulunmuştur.[5] Bakanlık Müşavirliğine atanmıştır. Bilahare Bakanlık Müşavirliğinden 02.08.1978’de kendi isteğiyle emekli olmuştur. Parlamentoya seçildiği dönemde Meclisin en genç milletvekiliydi. 1965-1969 yılları arasında TBMM Başkanlık Divanı Kâtip Üyeliği ve Millî Eğitim Komisyonu üyeliği görevlerinde bulundu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kurulan Büyük Türkiye Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Ancak darbe yönetimi tarafından reddedildi. 1983 yılında Turgut Özal liderliğinde kurulan Anavatan Partisi’nde Ankara İl Disiplin Kurulu Başkanlığı gibi çeşitli görevler yaptı. Çetiner’in kısaca devlet ve özel hayatındaki durumunu özetledikten sonra siyasi faaliyetlerine ve ülkenin muhtelif meseleleri üzerindeki fikirlerine geçebiliriz. 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDEKİ FAALİYETLERİ VE MUHTELİF KONULAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Üniversite Öğretim Üyelerinin Ders Ücretleri Meselesine Yaklaşımı

Ali Rıza Çetiner öğretmenlik mesleğinden gelen bir kimse olarak üniversite öğretim üyelerinin ders ücretleriyle ilgili duyarlılık göstermiştir. Millî Eğitim Komisyonunun ücret artışı teklifi Mecliste müzakere edilirken bir kısım milletvekilleri ve hükûmet yetkilileri artışa karşı çıkmıştır. Bu noktada söz alan Adalet Partisi Ankara Milletvekili Ali Rıza Bey, komisyonun teklifinin lehinde ve yerinde bir konuşma yapmıştır. Her devirde hemen hemen üniversite öğretim üyelerinin maaş ve ücretlerine bir kısım siyasiler karşı çıkmışlardır. Günümüzde de buna benzer çıkışlara rastlamaktayız. Ali Rıza Çetiner, işin sadece para boyutuna değil meselenin manevi tarafına ve işin zorluğuna da işaret etmiştir. Bir kısım milletvekillerinin konuya çok sığ yaklaştıkları ve ilk ve orta öğretim elemanları ile üniversite hocalarını aynı kefeye koyan bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Akademik faaliyetlerle öğretmenlik faaliyetleri arasındaki ince çizgiyi kavrayamayan bazı vekiller ters bir bakış açısıyla yanlış mukayeseler yapmıştır. Bu düşüncelere, “Çok muhterem arkadaşlarım, burada bu maddenin görüşülmesinde bazı arkadaşlarım komisyon sözcüsünün de işaret ettiği gibi, ilk, orta ve lise öğretmenlerine verilen ücretle mukayese etmeye kalkmışlardır ki, hakikaten bu yersiz bir mukayesedir. Gönül ister ki, bütün meslek mensupları hizmetlerinin karşılığında değerlendirilsin[6] diyerek karşı çıkmıştır. Konuşmasının devamında öğretmenin zorluğundan bilhassa gece ders vermenin zorluğuna dikkat çekerek yapılan işe karşılık verilen ücretin fazla olmadığına vurgu yapmıştır. Konuşmasında, “Arkadaşlar, meselenin maddi yönü ile meşgul olmaktayız. Halbuki gece ders saatinde dinleyen öğrenciye öğretmenin ders verme zorluğu üzerinde hiç durulmamaktadır. Zannedildiği kadar gece mesaisi yapmak kolay bir konu değildir. Gece mesaisini yapanlar bunu takdir ederler. Ankara Kolejinde ben de gece mesaisi yaptım. Cidden çok büyük zorlukları vardır. Bilhassa öğretim yapmak ve hele ki, gece öğrenciye öğretmek daha zordur. Bu bakımdan verilen ücret zannedildiği kadar fazla değildir. Ücret yerinde konmuştur ve ücretin azaltılması doğru olmayacaktır.”[7] Konuşmasının devamında asıl meseleye parmak basmış ve üniversite eğitiminin ve burada ders veren hocaların önemine işaret etmiştir. Ülkenin geleceğinde üniversitenin önemini ve küçük maddi hesapların daha büyük zararlara yola açabileceğini, “gelecek yarınlara bu yapılacak ücret indirilmesinin tesir edeceği kanaatindeyim. Ücretin olduğu gibi kabul edilmesini arz ederim.[8] diyerek veciz bir şekilde dile getirmiştir. Ali Rıza Çetiner’in bu anlamlı ve kavrayıcı konuşmasına, Millî Eğitim Komisyonuna rağmen Trabzon Milletvekili Hamdi Orhon değişiklik teklifiyle üniversite hocalarının ücret artışı kabul edilmeyerek hükûmetin ve tabi ki Maliye Bakanlığının teklifi kabul edilmiştir. 

Millî Eğitim Bakanlığı Merkez Teşkilatındaki Aksaklıklar ve Yurt Dışında Eğitim Gören Öğretmenlerin İstihdamı

Eski bir Millî Eğitim Bakanlığı mensubu olarak Bakanlık merkez ve taşra teşkilatında meydana gelen bozulmalar üzerinde durmaktadır. 1960 Askeri Darbesinden sonra ve koalisyonlar döneminde devlet teşkilatı yapısında meydana gelen birtakım olumsuzluklar şüphesiz Millî Eğitim Bakanlığını da etkilemiştir. Ali Rıza Çetiner bu hususa 19 Aralık 1966’da Mecliste yaptığı konuşmada değinerek Millî Eğitim Bakanından açıklama istemiştir. Konuşmasında “Sayın Başkan, Muhterem Bakan bilhassa 1960-1964 yılları arasında bozulan merkez teşkilatındaki denetim işlerinin düzenlenmesi için şimdiye kadar alınan tedbirler yeterli değildir. Bu yolda daha rasyonel ve icrai işlemlere gidilmesi gerektiği fikri yaygındır. Bu yolda çalışmalar olacak mıdır?”[9]Bu sorusunu yerinde ve haklı bulan Millî Eğitim Bakanı Orhan Dengiz, “Çetiner arkadaşım 1960-1964 yılları arasında yönetim teşkilâtının merkezde bilhassa bozulduğunu ifade ediyorlar ve bunlar düzeltilecek mi diyorlar. Bozulan şeyler düzeltilmek için ele alınmıştır, arz edeyim.”[10] şeklinde cevap vermiştir. Ali Rıza Çetiner, aynı tarihte yaptığı bir konuşmasında da Türkiye’nin önemli meselelerinden birine değinmiştir. Bugün de hâlâ devam eden ve tartışılan konulardan olan yurt dışında eğitim gören öğrenci ve meslek erbabının yurda dönüşlerinde istihdamı konusunu dile getirmiştir. Konuşmasında, “Yüzbinlerce liraya ihtisas yapıp yurda dönen öğretmenlerin %70’i başka Vekâletlere ayrılmaktadırlar. Bunun sebebi ve giderilmesi çareleri üzerinde durulmakta mıdır?[11] diye Millî Eğitim Bakanına sormuştur. Ancak Bakanın cevabı tatmin edici olmaktan ve çözümleri ihtiva etmekten çok mevcut durumun tespitini yapmaktan öteye bir cevap değildir. Bakanın cevabı “Efendim, ihtisas yapmaya giden kimseler bir müddet çalışıyorlar ve sonra muvafakat istiyorlar ve ayrılıyorlar. Bu büyük kayıp oluyor. Bu yalnız Millî Eğitim Bakanlığı için değil, diğer bütün Bakanlıklar için de varittir. Çalışmaların bu konuda geniş anlamda olması lâzım gelir ve hakikaten üzerinde durulacak bir meseledir.”[12]diye malumu ilan etmekten başka bir mana ifade etmemektedir.

Ali Rıza Çetiner, öğretmenlik mesleği ve yüksek okul-üniversite mensuplarının özlük hakları konusunda mecliste bulunduğu süre içerinde yaptığı konuşmalarından anlaşıldığına göre daima duyarlı davranmıştır. Daha önceki konuşmalarında da meseleye maddi açıdan ziyade öğretim elemanlarının moral ve motivasyonu noktasından bakmakta ve bu mevzuda gelen teklifleri samimiyetle desteklemektedir. Çetiner, Antalya Milletvekili İhsan Ataöv’ün, “gece öğretimi yapan, yüksek dereceli İstanbul Akşam Teknik Okulunda görevlendirilecek öğretmenler ile asistanlara ve diğer personele verilecek ek ücret kanun teklifi” üzerinde söz alarak düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Muhterem arkadaşlarım; bu kanun teklifi yapılalıdan bu yana epeyce zaman geçmiştir. Çok şükür bugün huzurunuza gelmiş bulunuyor. Cidden memleketin büyük ihtiyacı olan teknik elemanı yetiştiren bu üniversitenin akşam öğretimi yapan görevlileri gereği kadar hizmet edebilmek için bu kanun teklifini beklemekte idiler. Öğrenciler de bu kanun teklifi ile öğretim üyelerinin maddeten tatmin edilmesi sayesinde daha geniş mikyasta öğrenme imkânına sahip olacaklardır. Kanun teklifi yerinde yapılmıştır, çok olumlu bir tekliftir. İnşallah bütün arkadaşların oyları ile gerçekleşecektir. Hürmetlerimle.”[13]

Öğretmenlik Mesleğinin Önemi ve Öğretmen Yetiştirme Meselesi

27 Mart 1967’de mecliste görüşülen “6234 sayılı Köy Enstitüleri ile İlk Öğretmen Okullarının birleştirilmesi hakkındaki Kanunun 2’nci maddesinin değiştirilmesine dair kanun tasarısı ve Millî Eğitim ve Plân komisyonları raporları (1/89) (S. Sayısı: 127)” üzerine yapılan müzakerelerde Ali Rıza Çetiner şahsı adına bir konuşma yapmıştır. Çetiner, Mecliste yaptığı konuşmalarında her vesileyle öğretmen mesleğinin problemlerini dile getirmekten geri durmamıştır. Öğretmenliğin özlük hakları konusunda gösterdiği duyarlılığı onların yetiştirilmesi ve kalitenin yükseltilmesi hususunda da göstermiştir. 27 Nisan 1967’de yaptığı konuşma adeta bir öğretmenlik manifestosu gibidir. Toplum hayatında ve ülkenin geleceğinde öğretmenin önemini dile getirmiştir. Gelecek nesillerin yetiştirilmesi, gençlerin topluma kazandırılması, toplumun ileriye götürülmesindeki yerinin ancak çağını kavramış iyi yetişmiş kaliteli öğretmenlerle mümkün olacağını ifade etmiştir. Bu kadar önemli olan bir meslek erbabının nasıl yetiştirilmesi gerektiğini de veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Çok muhterem arkadaşlarım, ben konuşulanların dışında bazı konulara temas edeceğim. Her şeyden önce bugün okullarımızın sadece yeteri sayıda öğretmenlere değil, aynı zamanda kabiliyetli, kendini mesleğine vermiş, bilgili ve üstün öğretmenlere de ihtiyacımız olduğu Türkiye'de bir gerçektir. Dünyamızda ilerleyen ilim ve tekniğe ayak uydurmak mecburiyeti de vardır. Bugün birçok öğretmenlerimizin çevrelerindeki sosyal, kültürel ve saire faaliyetlere katıldıkları ve yeteri kadar çaba gösterdikleri söylenemez. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bununla beraber sosyal çevreye uyamamak ve gerekli liderlik vasıf ve bilgilerinden mahrum yoksun olmak gibi, bilgi ve görgü eksikliğinden meydana gelen hususlar dikkati çeken sebeplerdir. Demokratik düzende öğretmenin rolü daha güçtür. Sosyal şartlar ne olunsa olsun cemiyetin aydın bir üyesi olarak öğretmenin hal ve tavırları sağlam öğretmenlik bilgisi milletlerin kaderinde daima etkisini göstermektedir. Bu bakımdan öğretmenlerin sağlam bilgi ve millî şuura sahip olmaları şarttır. «Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder derler. İşte Türkiye'nin çekmiş olduğu millî eğitimdeki ıstıraplardan birisi de yeterli bilgiyi, Türk Milletinin arzu ettiği seviyede kalifiye ve bilhassa daha geniş ihatalı bilgiyi yetiştirmiş olduğu elemanlarına verememesinin sebeplerinden ileri gelmektedir. İşte bugün millî eğitimdeki sıkıntıların büyük çoğunluğu öğretmenlerimize bugünün icap ettirdiği yeterli bilgiyi okullarımızda veremememizden ileri geldiğini söylemekle haksızlık yapmadığıma inanıyorum. Bugünkü ortam içinde vatandaş- öğretmen münasebetleri daha müspet durumda olması arzu edilen bir yöndür. 15 yıl önce öğretmenlerimiz devamsız öğrencilerden şikâyet ederken bugün, vatandaş çocuğunu okutmak için her kademeyi zorlamaktadır. Türk kültürünün üzerinde önemli tesiri olan cemiyetin benimsediği değer hükümlerine saygılı, bilgi yönünden ağırlık taşıyan bir öğretmenin çevresine liderlik yapmamak için hiçbir sebep olmadığı gibi, Türk Milleti son yıların çeşitli şekillerde münakaşasına şahit olduğu konuları tarafsız ve millî benliğe sahip öğretmenlerin ağzından dinlemeye de susamış durumdadır. Fertlerin ve her milletin hayatına yön veren, cemiyetin değer bükümleri başka bir ifade ile davranış kuralları şeklinde düşünülen değerdeki bir kültürün can alıcı unsurlarını teşkil ederler. Öğretmen bu değerlerin çocuklar için yetişkinlerin de tavırlarını ayarladığını ve bazı tavırların da belli durumlarda doğru karar ve eylemin kriteri olanak kabul edildiğini bilmelidir. Öte yandan Türkiye gittikçe artan siyasal ve ekonomik ilişkileri sebebiyle bugün hür dünyanın tesirli bir üyesi olmuştur. NATO, CENTO, Ortak Pazar üyelikleri gibi teşkilatlardaki yerimizi öğrenmelidir. Kulaktan dolma ve kasıtlı yazılmış gazete makalelerinden öğrenmemelidir. Öğretmenin yeni ve reaksiyon uyandırıcı durumlara ayak uydurabilmesi için sosyal bilimlerin temel bilgi alanlarına giren konuları öğrenmelidir. Öğretmen ancak bu şekilde milletçe karşılanan problemler karşısında tarafsız ve eleştirici bir tavır takınabilir. Kısaca bir öğretmen demokrasi geleneğini kuvvetlendirecek manevi, ahlaki meteliklerin yerleşmesi, devamı hususunda üzerine ne gibi sorumluluklar düştüğünü bilmelidir. Demokratik düzenin devamı hususunda davranışlarıyla en güvenilir destekleyicisi olduğundu ispat etmelidir. İşte bu ilkelere de kolaylıkla intibak edebilecek bir öğretmenin yeter kültüne sahip olması şarttır.[14]

Öğretmen Okulu Mezunlarının Yüksek Okul ve Fakültelere Alınmamasının Haksızlığı Konusundaki Fikirleri

Ali Rıza Çetiner yukarıda verdiğimiz öğretmenin ve öğretmenlik mesleğinin önemini ortaya koyan konuşmasının devamında öğretmen yetiştiren kurumların meselelerine de temas etmiştir. Üzerinde durduğu ve eşitliğe aykırı bir durumu dile getirmiştir. Öğretmen okulu mezunlarının herhangi bir yüksek okula girebilmesi için lise diploması getirme şartının haksızlık ve yanlış bir uygulama olduğunu örneklerle ortaya koymuştur. Konuşmasında şunları ifade etmiştir: “Bu bakımdan ilk öğretmen okullarını 7 yıla çıkartan kanun tasarısını getiren Hükûmete teşekkürü bir borç bilirim. Ancak kanun tasarısının son Millî Eğitim Komisyonunda yapılmış olan değişikliği, Bütçe ve Plân Komisyonunda hangi düşünceler esas alındı, bilmiyoruz Orada da bazı değişikliğe uğradığını görüyoruz. Muhterem arkadaşlarım, diğer konuşmacılar öğretmen okullarının 7 yıla çıkartılmasının lüzumlu olduğuna işaret ettiler. Ve yine konuşan arkadaşlar, öğretmen okullarından mezun olan öğretmenlerimizin lise mezunları gibi diğer yüksek okul ve üniversitelere de girebilme imkânlarının sağlanmasının bir hak ve hatta çok da lüzumlu olduğunu ileri sürdüler. Zira Türkiye'nin bugün 250.000 yüksek potansiyel gücüne sahip insana ihtiyacı olduğu plânlarda belirtilmektedir. Herhangi bir sebepten veya maddi imkânsızlıklardan veya meslekini sevdiği için öğretmen okuluna gitmiş ve öğretmen olarak da devam etmek isteyen insanların, yüzbinlerin içerisinde elbette ki, yüksek kabiliyetli ve bu memleketin gerek idaresinde gerek teknolojisinde gerekse ilim sahasında yüzbinlerin içerisinde kabiliyetler muhakkak vardır ve hele ki, bir ölçmeci yani bir psikoloji tahsili yapmış insan olarak diyebilirim ki, her bin çocuktan hiç değilse yüzde 20 si üstün zekâlı insanlardır. Bu üstün kabiliyetlerin ilim yapmak imkânını öğretmen okulu çıkışların şimdiye kadar verilmemesi Türkiye'nin geri kalmışlığına tesir öden sebeplerden bir tanesi dersem yine bir yanlış ifadede bulunduğumu zannetmiyorum. Çünkü toplumların içinde kabiliyetlerin tespiti ancak verilecek 'imkânlara bağlıdır. Eğer bir cemiyete bir şey vermek istiyorsanız yahut bir cemiyetten bir şey almak istiyorsanız ona bu imkânı da vermek mecburiyetindeyiz. İşte bunun içindir ki, öğretmen okullarının yüzbinlerce mezun olmuş insanı bu kanunu sabırsızlıkla beklemekte ve bu kanuna Millî Eğitim Komisyonunda eklenen lise mezunları gibi yüksek okul ve üniversitelere girmek imkânının verilmesi yüzbinlere açmış olduğunuz bir kapı ve tutmuş okluğunuz ancak 45 yıl sonra bir ışıktır. Çok muhterem arkadaşlarım, bu ışığı söndürmeyiniz. Zira büyük kabiliyetler yüzbinlerin içerisinden çıkacak ve bu memleketin hakiki ilim sahasında, teknoloji sahasında ve topluma Türk Milletinin arzu ettiği şekilde hizmete gönüllü birçok insanların bu toplumdan, yani öğretmen kütlesinden çıkıp bu millete daha iyi hizmetler getireceğine inanınız. Ve bu yönde oylarınızı istirham ediyorum, kullanınız. Çok muhterem arkadaşlarım; çok acı gerçekler vardır, bu konuda. Meselâ, öğretmen okulunu bitirmiştir, eğitim enstitüsüne gitmiştir. Eğitim enstitüsünü de bitirdikten sonra, dış memleketlerde bir üniversite bitirmiştir. Hatta orada bir doktora dahi yapmıştır. Hatta bir üniversitede profesörlük yapmıştır. Ama, Türkiye'ye döndüğü zaman, Türkiye'de bir lise mezunu olarak vasıflandırılamaz ve lise mezunu olarak addedilemez. Yani, Türk üniversitelerinin herhangi birisinde bu kimse, öğretmen Okulu çıkışlı olduğu için, ikinci bir üniversite tahsili yapmak veya bir ilim dalında tahsil yapmak isterse bunu yapamaz, üniversiteye giremez, çünkü kanun mânidir. Düşününüz, yine öğretmen okulu çıkışlı olup çeşitli dış memleketlerde doktorasını yapmış birçok insanlar. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesinde, Tıp Fakültesinde, Hacettepe Tıp Fakültesinde ve Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim üyesidir, hocadır. Notu ile üniversite mezunu, yani herhangi bir fakültenin talebesi üniversiteden mezun olur, ama kendisi üniversiteye girmek isterse «lise diploması getir» derler; bu kadar acayip ve garaip bir tutum vardır. Bugün işte bu Kanunu, yani Millî Eğitim Komisyonundan geldiği şekliyle kabul buyurursanız, bu öğretmenleri engelleyen kabiliyetlerin 'karşısına duvar çeken hüküm ortadan kalkacak ve büyük kütleler kendilerini deneyecekler, kabiliyetleri varsa üniversitede okuyabilecekler, yoksa zaten muvaffak olamayacaktır, gidip öğretmenliğini yapacaktır.[15]

Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmenler Meselesine Dair Fikirleri

Köy Enstitülerinin kapatılışına başta adı geçen okul mezunları olmak üzere bir kesim tarafından karşı çıkılmıştır. Bu tartışma günümüzde de zaman zaman gündeme gelmekte ve ideolojik bir bakış açısıyla kapatmanın yanlış olduğu, okullar devam etseydi eğitim sistemimiz daha düzgün olacaktı hatta eğitim meselelerimiz çözülmüş olacaktı gibi mübalağalı iddialar da ortaya atılmaktadır. Mesele tartışmaya açık ve mütalaada bulunanların baktığı yere göre de değişik yorumlanabilecek bir husustur. Ali Rıza Çetiner eski bir eğitimci ve konuşma yaptığı tarihte de mecliste siyasetçidir. Hepsinden önemlisi Köy Enstitüsü mezunu eski bir öğretmendir. Dolayısıyla hem konuya vakıftır hem de işin içinden gelen birisi olarak görüşleri önem arz etmektedir. Ali Rıza Bey, 27 Mart 1967’de Mecliste görüşülen “6234 sayılı Köy Enstitüleri ile İlk öğretmen okullarının birleştirilmesi hakkındaki Kanunun 2’nci maddesinin değiştirilmesine dair kanun tasarısı üzerinde yaptığı konuşmasında konuyu büyük bir vukufla şöyle dile getirmiştir: “Bir hatip arkadaşımız dediler ki, ‘Köy Enstitüleri, açılması arzu edildiği hâlde direnilmekte, Köy Enstitüleri devam etmiş olsaydı Türkiye’nin eğitim problemi diye bir şey kalmayacaktı.’ Çok muhterem arkadaşlarım, ben İlk Öğretmen Okulunu Köy Enstitüsü mezunu olarak bitirmiş bir arkadaşınız olarak şu kürsüden ifade etmek isterim ki, Köy Enstitüleri Türk toplumunun kalkınmasında faydalı olmuştur. Ama, hastalık derecesinde ısrar edildiği kadar faydalı olmamıştır. Zira, Köy Enstitülerinde uygulanan iş eğitimi, kitapların yazdığı ve başka memleketlerde uygulanan iş eğitimi gibi yapılmamıştır. Üç yıl düşününüz, kirizma kazılır, tarlada ot ayıklanır, sedye ile harç, taş taşınır, iki yıl da şöyle böyle kültür bilgisi verilir ve buyurun Türkiye’nin liderisin, Türkiye’yi kurtaracaksın, denir. Ben, muhterem arkadaşlarım, bu kültürsüzlüğün ıstırabını çekmiş ve yıllar yılı mücadele etmiş, çeşitli bilgileri alabilmenin susamışlığı içerisinde birçok sıkıntılara katlanarak, geceyi gündüze katarak karınca kaderince bir şeyler öğrenmek yolunu bulmuşumdur. Benim bütün arkadaşlarım da aynı gayretlerin içerisinde hayata atıldıktan sonra öğrenmek imkânına sahip olmuştur. Gerçek budur. Şimdi kalkılıyor, Hükûmet zorlanacak köy enstitülerinin açılmasa için. Niçin? Arkadaşlar sadece bir ismin yaftasının propagandasını yapmak için. Ben, Köy Enstitüsünden çıkmış bir öğretmen olarak binlerce Köy Enstitüsü mezunuyla temas ediyorum. Bu sıtmalı bir şekilde Türkiye’de kopartılan fırtınaya Köy Enstitüsü mezunlarının yüzde 80’i iştirak etmiyor arkadaşlarım. Ama omuzlara basılmış, birtakım salonlarda, kulüplerde çeşitli stratejik ve çeşitli komplolarla birtakımı kademeler, birtakım kulüpler ve birtakım dernekler elde edilmiş. Derneklerin üyelerine bakınız, derneklerin yönetimini yapan dernekçilere bakınız, yönetim kurullarında Köy Enstitüsü mezunu olarak, 24 kişilik yönetim kurulunda ancak üç kişi vardır. Yine kulüplere bakınız, bunların da yönetim kurullarında bir veya iki Köy Enstitüsü mezunu vardır. Fakat, diğerlerinin birçoğu hepinizin bildiği, bütün Türk Milletinin şahidi olduğu fikirleri taşıyan insanlar bir araya gelmiş. Ama, çok az yazan ve yazıları da sizlerce malûm olan Köy Enstitüleri adına konuşan ve yazan insanlar Köy Enstitülerini temsil etmeyen kimselerdir. Haddizatında Köy Enstitüsü mezunları, Köy Enstitüleri kanunu değiştiği zaman, hay Allah razı olsun bunu değiştiren insanlardan, diye dua etmiş ve karınları bir lokma ekmek görmüş, kitap alabilme imkânına sahip olmuş ve cemiyet içerisinde aydın kişi olduğunu hissetmeye başlamıştır. Onun vermiş olduğu büyük bir aşağılık duygusu vardı ki, Köy Enstitüsü mezunlarının çoğu ‘Ben Köy Enstitüsü mezunuyum.’ diyemiyordu. Yine işlenilen bir hata olmuştur, bu konuda, bazı insanlar Köy Enstitülerinden çıkmış mezunlardan birkaç ‘kişiyi hedef alarak topyekûn Köy Enstitüsü mezunlarını lekeleme yolunda beyanlarda bulunmuştur. Bu da büyük hatadır. Hangi partiden olursa olsun muhakkak partisini yıpratır bir davranıştır. Köy Enstitüsü mezunları köy çocuklarımdan teşekkül etmiştir. Öğrenmek istese bile ailesinden almış olduğu gerek ahlaki gerekse millî gerekse dinî terbiye onun öz varlığında olduğu için dışarıdan aktarılmak istenilen hangi yönde olursa olsun telkinler onun bünyesine tesir edememiş, ama her toplumda ve her grupta olduğu gibi, zayıf karakterli insanlar şu veya bu istikamette rol almışlardır. Bu her cemiyette vardır. Köy Enstitülerine de bildiğiniz fikirler, yine alkışladığınız, zamanında alkışladığınız müesseselerden mezun olmuş insanlardan gelmiştir. Yani demek istiyorum ki, topyekûn Köy Enstitülerini karalamak, Türk milletinin öz çocuğu olan bu Türk çocuklarını kasıtlı olarak lekelemek hatadır.”[16] Konuşmasında meselenin özüne vakıf bir kimse olarak meseleyi açık bir şekilde ortaya koymuştur. Hatta bugünkü tartışmalara bile cevap olacak şekilde Köy Enstitülerinin içinden gelen biri olarak samimi bir şekilde izah etmiştir. Konuşmasının devamında da bu konuda konuşanlara yazanlara şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Bu kanunun Köy Enstitüleri adına Köy Enstitüsü çıkışlı dahi olsa Köy Enstitülerinin yeniden açılacağı, memleketi kurtaracağı hususunda fazla ısrar etmemelerini hassaten gerek dernek yöneticilerinden gerekse parlamento üyelerinden istirham ediyorum. Zira bu münakaşaya döndüğümüz zaman konuşacak, söyleyecek çok şey vardır. Bırakınız Köy Enstitüleri mezunları gönül huzuru içinde memlekete hizmet aşkıyla vazifelerini yapmaktadırlar ve kendileri bulundukları okullarda bugün hiçbirisi köyde değildir, hepsi şehirlerdedirler, elli altmış kişilik öğretmenler grubu içinde hiçbir fark gözetilmeksizin vazifelerini yapmakta ve her iki taraf da ayrı okuldan çıkışlılar birbirlerini sevmekte, bırakalım bunların arasındaki nifakları körüklemeyi, birleştirmeye devam edelim. Menfaatlerimiz için ayrı ayrı gruplar içerisinde bulunmalarından eğer siyasi çıkarlarımız var ise memleketin çıkarları yoktur. Köy Enstitüleri mezunlarının çıkarları yoktur, Öğretmen Okulu mezunlarının çıkarları yoktur, ancak birtakım sivrilmek isteyen insanlar onların omuzlarına basarak yükselmek istidadı göstermiştir. Ama bunun sonu da gelecektir, hiç kimse Türk öğretmeninin omuzlarıma basarak yükselemeyecektir, öğretmenler artık kendilerine gelmiştir. İnşallah en kısa zamanda da birleşip Türk milletinin hasletlerini devam ettirecek millî kültürü verme yollarına devam edecektir.”[17]

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün 1969 Yılı Bütçesi Üzerine Adalet Partisi Grubu Adına TBMM’deki Konuşmaları

Ali Rıza Çetiner 1969 yılı bütçe görüşmelerinde mensubu bulunduğu Adalet Partisi (AP) grubu adına uzun ve muhtevalı bir konuşma yapmıştır. Daha önceki konuşmalarında olduğu gibi burada da Türkiye’nin önemli bir meselesine değinmiş ve etraflıca değerlendirmelerde bulunmuştur. Konuşmasının muhtevasından da anlaşıldığına göre meseleyi iyi araştırmış ve araştırması üzerinden isabetli tahliller yaparak görüşler ileri sürmüştür. Bahse konu olan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve fonksiyonunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Genel Müdürlüğü ilgilendiren ana ve tali konuların ayrımını yaparak konuşmasını yapmıştır. Kürsüye çıkarak gerekli selamlamaları yaptıktan sonra konuya girerek izahatta bulunmuştur. Üzerinde öncelikle durduğu ve meselenin özünü teşkil eden toprak konusunu ele alarak şöyle konuşmuştur: “Konuşmama toprak konusu ile başlamak istiyorum. Toprak en ilkelinden gelişmesine kadar her üretim şekli için vaz geçilmez bir unsurdur. Fakat bütün öteki üretim unsurlarından farklı olarak, toprağın yer yüzündeki büyüklüğü malûmdur, bellidir. Bataklıkların kurutulması, göllerin veya denizlerin doldurulmasıyla kazanılan toprak, mevcut toprakların genişliğine oranla çok önemsizdir. Bu yüzden üretim unsurları içinde nispî kıtlığı en az olan topraktır. Bir memlekette -ya da genel olarak dünyadaki- insanların sayısı çoğaldıkça toprağın nispî kıtlığı da o nispette artar. Büyüyen nüfus kesafetine karşı toprağı genişletme imkânı yoktur. Bu yüzden de yeni yeni iktisat ve hukuk sorunlarının doğumuna yol açmaktadır. Toprak ve insan ilişkileri memleketlerine göre farklı şekiller ve meseleler ortaya çıkarmaktadır. Toprak ve insan ilişkilerini şu veya bu kalıba göre düzenlemek, şu veya bu memleketin modelini kabullenmek, biçilmiş bir kaftan olarak uygulamak imkânsızdır, verimsizdir. Ayrıca yarattığı problemler de büyük olmaktadır, cemiyet büyük yaralar almaktadır.”[18]

Konuşmasının devamında yıllar yılı Atatürk zamanından beri gündeme gelen, zaman zaman teşebbüslerde bulunulduğu hâlde bir türlü çözülemeyen toprak reformu konusuna değinmiştir. Yine önemli bir hususu açıklığa kavuşturarak tarım reformu ile toprak reformu arasındaki farklılıkları izah etmiştir. Bu husustaki düşünceleri şöyledir: “Yıllar yılı konuşulduğu hâlde hiçbir iktidar toprak reformu veya tarım reformunu şimdiye kadar yapamamıştır. Kaldı ki, toprak reformu veya tarım reformu kavramlarını açıklığa kavuşturmak mecburiyetindeyiz. Bugünkü gelişen iktisadi ve sosyal konulardaki değişiklikler sonunda birçok kavramlar, önceden bilinen anlamlarını yitirmiştir. Yerini daha geniş kavramlara ve kapsamlara terk etmiştir. Tarım reformu veya toprak reformu, Türkiye’de bazı çevrelerin anladığı manada anlamlarını kaybetmiş olduğunu yabancı dilde ve memleketimizdeki bu konuda ilim otoritelerinin yayımlarından anlamış bulunuyoruz. Çok zaman bu iki kavram da aynı anlamda kullanılmaktadır. Aslında reform kavramı bir değer yargısına dayanmaktadır. Değer yargıları kişilerin dünya görüşü ve kafa yapısına göre değişmektedir, anlam kazanmaktadır. Bizim anlayış ve değer yargımız, tarımsal verimin yükseltilmesini amaç edinmiştir. Bu, sadece toprak dağıtımı değildir. Tarım yapanı her yönden güçlü kılmaktır. Saniyen toprak rejiminin düzenlenmesi siyasi bir tercihtir. Bunu siyasi partiler, milletin büyük çoğunluğu adına yapar. Kaldı ki, Türkiye’de bir tarım reformu yapılması konusundaki görüşlerin gerçekçi olması ile Adalet Partisi tarım reformunun karşısında değildir. O kadar değildir ki; Hükûmetçe hazırlanmış ve memleket gerçeklerine uygunluğu mevzuunda azami derecede dikkat ve titizlik göstermiş olan Adalet Partisi iktidarı Tarımsal Kalkınma kanun tasarısını Meclise sunmak üzeredir. Toprak reformu üzerinde ısrarla duran ve bu duruşlarını biraz da mülkiyet haklarına karşı saygı fikrini sarsıcı tahriklerle besleyen ve bunu bir politik çıkar sayan siyasi çevreler, zaman zaman birtakım toprak ağalarının elinde yüzbinlerce dönüm arazi olduğunu söylerler. Fakat sorulduğu zaman bunun bir örneğini veremezler. Çeşitli istatistiklere ve bugüne kadar tapulaması yapılmış 8 000 civarındaki köyümüzde tespit edilen tarım arazisin yüz ölçümü 81 000 000 dönüm civarındadır. Türkiye’nin tüm ziraat arazisinin nihayet 350 000 000 dönüm tutarında olacağını kabul etmek bile zordur. Vatandaşlarımızın yirmi iki milyona yakın büyük çoğunluğu köyde yaşamaktadır. Hemen hemen hepsinin geçimi toprağa bağlıdır. Bu durumda yurdun her tarafında bir anda toprak reformunun yapıldığını kabul etsek bile verilecek toprak miktarının 10- 15 dönümü geçmeyeceği herkesçe bilinmektedir. Bu arada tarımsal işletme yeterli bir ölçüye ulaşması için, bunun bu-şekilde bir dağıtıma tabi tutulmasında memleketin hiçbir faydasının olmayacağı da bir gerçektir. Artan nüfus kesafeti karşısında yeni yeni ihtiyaçların nasıl karşılanacağı hiç hesaba alınmadan konuşulmaması iktiza eder. Demek ki, Türkiye’de toprağa muhtaç olan vatandaşları tümü ile toprağa kavuşturmak iddiası bir hayaldir. Adalet Partisinin gerçekçi görüşü, mevcut topraklardaki tarımsal ürünleri artırıcı tedbirler almak ve vatandaşı bu gerçekçi yoldan kalkındırmaktır. Burada hedef birim sahadan en fazla ürün almaktır. Sayın milletvekilleri, bunun için de sulama, gübrelemeden tutun da zirai kredi ve hatta pazarlama gibi tedbirler vardır, işte bu tedbirler manzumesi, tarım reformu deyiminin içinde saklıdır. Bunları yerine getirmek o kadar kolay olsa idi, gelmiş, geçmiş iktidarlar çoktan bu işi yaparlardı. İlmî bir seminerde 4753 sayılı Kanuna göre dağıtılan topraklara sayın bir sözcü değinerek şöyle söylemiştir: «Belki mübalağalı gelecek, fakat benim kanım o ki, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Türkiye’de istikbalde yapılacak, bir toprak reformunu güçleştirici etkiler yaratmıştır.» İşte Adalet Partisi iktidarı bu güçlükleri de yenerek, bir tarım reformunun yapılmasına taraftardır. Bunu yaparken de bir taraftan toprak mülkiyetine ve ona sahip olanların haklarını Anayasa teminatı altında tutmak ve diğer taraftan da toprağın işletilmesinde kamunun yararına ve faydasına gerçekçi bir görüşle ele almak anlayışı içindedir.[19] 

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün Görev ve Teşkilat Yapısı

Ali Rıza Bey adı geçen genel müdürlüğün görevleri ve mevcut teşkilat yapısı üzerinde durarak olması lazım gelenleri de dile getirmiştir. Bu konudaki düşünceleri şöyledir: “Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün çalışmalarına ve gelecekte bu çalışmaların daha verimli olabilmelerine ilişkin görüşlerimizi şöylece özetlemek mümkündür: Bu teşkilât vatandaşla en yakın ilgisi olan ve Devlet daireleri içerisinde vatandaş tarafından en fazla başvurulan bir hizmet yeridir. Mal emniyeti ve zamanla büyük değer kazanmış olan taşınmaz malların alım-satımı ve kredi müesseselerinin işletilmesi, bu hizmetin önemini artırmıştır. İstatistiklere nazaran 1936 yılından bu yana iş hacmi yirmi misli artmış olan, tapu dairelerini 33 sene evvelki kadrolarıyla hizmeti karşılamaya mecbur etmek, bu hizmete verilmesi lâzım gelen önemle bağdaşır bir tutum ve anlayış değildir. Bu nedenle Genel Müdürlüğün çok acele olarak, bugünkü hizmete yeterli kadro imkânlarına kavuşturulması şarttır. Bugün tapu dairelerindeki iş kesafeti karşısında görevlilerin gösterdiği gayret sadece bir feragat ifadesidir. Terfi süreleri dolduğu hâlde, yıllarca terfi edememiş görevlilerden bu fedakârlığın devamını beklemek haklı bir anlayış olmasa gerektir. Sayın milletvekilleri, memleketimizde otuz yedi bin civarında olan köylerimizin tapulama hizmetini beklerken gösterdikleri ilgi ve heyecan hepimizce malûmdur. Bir hizmet ki, hiçbir ilimizi, ilçemizi ve köyümüzü bunun dışında tutmak mümkün değildir. O hâlde belli bir zaman içinde, bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinin tedbirlerini de almak lâzımdır. Muhterem milletvekilleri, görülüyor ki, Genel Müdürlüğün kendisine verilen imkânları iyi değerlendirmekte ve bu hizmetin memleket için taşıdığı önemi anlamış olmanın gayretini göstermektedir. 1967 programında tespit edilen hedeflerin yüzde yüz oranında gerçekleştirmiş olması, 1968 yılında verilen bir ölçüdeki fazla imkânla yüzde yüzün üstüne çıkmış bulunması bunu göstermektedir. Meselâ, 1968’de tapulama için öngörülen 6000 km2 tapulamanın 7500 km2’ye yükseldiği görülmüştür. Bu cümleden olmak üzere 70.000 parsellik kadastronun 80.000 parsel olarak gerçekleştirilmiş olması bu Genel Müdürlük yurdumuz için büyük ümitler vermektedir.”[20] 

Tapu Dairelerinin Durumu

Bu konuda halk ile doğrudan temasta bulunan tapu dairelerinin de mevcut durumları, imkansızlıkları, çalışanların fedakarlığı ve ihtiyaçlarının temininin de şart olduğunu konuşmasını şöyle sürdürmüştür: “Tapu dairelerimizin bina, demirbaş ve döşeme ihtiyaçlarına temas etmek yerinde olacaktır. Tapu daireleri gerçekten bina olarak çok gayrimüsait yerlerde çalışmakta ve milyarlar değerindeki mülkiyet hakkının dayanağı olan kayıt ve belgelerini muhafaza da daha titiz olunması tavsiyeye şayandır. Yıllık bütçelere konulan ödeneklerin bu ihtiyaçlara hiçbir yıl yeterli olmadığı araştırmamızla tespit edilmiştir. Ayrıca hademesiz tapu daireleri bin bir mahrumiyet içerisinde çalışan feragat sahibi tapu memurlarımız tarafından temizlenmekte, çok zaman diğer daire ilgililerince alay konusu olmaktadır ki, bu devlet memurunun otoritesini sarstığı gibi, zaten her yönden feragat gösteren, çalışkan, vazifesine müdrik tapu memurlarımızı rencide etmektedir. Ayrıca 1968 bütçesine konulup da alınamayan teçhizat, âlet ve uçakların 1969 bütçesi içerisinde olduğu malumlarınızdır. Bu ihtiyaçların bu yıl temini hususunda çok çalışkan, çok muhterem Sayın Bakanımızın daha enerjik bir tutum takip etmesini önemle temenni ederiz.”[21]

SONUÇ

Ali Rıza Çetiner, Kırıkkale’nin Sulakyurt ilçesinde dünyaya gelmiş, hayata mesleğe Köy Enstitüsü mezunu olarak atılmıştır. Köy Enstitüsü mezunu olarak çeşitli okullarda öğretmenlik yapmakla kalmamış kendisini yetiştirme için yüksek okul seviyesinde tahsiline devam etmiştir. Gazi Eğitim Enstitüsü özel öğretim bölümünden mezun olmuştur. Mesleki gelişimini yurt dışında da bazı eğitim programlarına katılarak devam ettirmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde çeşitli okullarda öğretmenlik ve bürokratik görevlerde bulunduktan sonra siyasete atılmıştır. 1965 seçimlerinde Adalet Partisi Ankara Milletvekili olarak siyasete atılmıştır. Dört yıllık milletvekilliği hayatında çeşitli konularda şahsı veya partisi adına söz alarak fikirlerini beyan etmiş veya bazı kanun teklifleri vermek suretiyle siyasetçi olarak görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Çetiner her zaman aktif olmamakla beraber yerinde çıkışlarıyla kendini göstermiştir. Yani her konuya boş dolu katılarak meclis gündemini işgal etmemiştir. Ancak yukarıda da çeşitli hususlarda yaptığı konuşma ve değerlendirmelere bakıldığında dolu bir siyasetçi izlenimini vermektedir. Türkiye’nin hâlâ önemi kavranamamış görünen Millî Eğitim politikaları konusunda isabetli ve hâlâ da geçerliliğini koruyan fikirler ileri sürmüştür. Millî Eğitimin en önemli meselesi de şüphesiz öğretmen yetiştirme politikasıdır. Öğretmenin donanımlı ve çağın gereklerine göre yetiştirilmesi, öğretmene toplum hayatında hak ettiği yerin verilmesi, maddi imkanlarının düzeltilmesi ve kendine özgüveninin arttırması en önemli hususlardandır. Ali Rıza Bey işte konuşmalarında bu konulara mesleğin mutfağından gelen birisi olarak değinmiş, mantıklı, gerçekçi tekliflerde bulunmuştur. Günümüzde hâlâ ideoloji-nostaljik bir yaklaşımla Köy Enstitülerinin yeniden açılması lazım gibi tartışmalar ne yazık ki devam etektedir. Çetiner, içinden geldiği bu okulların kalite ve çapını en iyi takdir edebilecek bir konumda olarak değerlendirmelerde bulunmuştur. Gerçekçi ve ideolojik olmayan bir yaklaşımla Cumhuriyetin ilk yıllarında kısa yoldan daha çok pratik bilgilerle donatılmış acilen açılması gereken okullar olduğunu ifade etmiştir. O günkü şartlarda zaruri bir durum olduğunda şüphe yoktur. Ama zaman geçtikçe ve dünyadaki gelişmelere paralel olarak kendini yenileyemeyen bir kuruma dönüşmüştür. İşte Ali Rıza Bey meseleye bu yönden yaklaşarak eskiye duyulan hasretle bu okulları yeniden açmak yerine öğretmen okullarının daha iyi bir donanımla düzenlenmesini teklif etmektedir. Tekliflerinde haklı olduğu şüphesizdir. Ancak aradan 60 yıl geçtiği hâlde Ali Rıza Bey’in tekliflerinin ne kadarının gerçekleştiği, ülkemizde yaşayan ve bu konulara kafa yoranların takdirine kalmıştır. 

Ali Rıza Bey’in bütçe görüşmelerinde üzerinde durduğu bir husus da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkındadır. Buradan hareketle tarım reformu ve toprak reformu nedir, aralarındaki fark nedir gibi sorulara cevap aramıştır. Bazı rakamlarla bu reformların gerçekleştirilmesinin zaruretini ortaya koymuştur. Teşkilatın asli görevlerini yerine getirirken karşılaştığı fiziki şartların da düzeltilmesinin şart olduğunu yine müşahhas delillerle ortaya koymuştur. Netice itibariyle eğitim başta olmak üzere ülkesinin çeşitli meseleleri üzerinde kafa yoran fikir üreten bir eğitimci ve siyasetçi olarak Kırıkkale’nin yetiştirdiği önemli insanlardan biridir. Kendisini rahmetle anıyorum.

KAYNAKLAR

[1] TBMM Arşivi, Ali Rıza Çetiner’e Ait 471 numaralı Zat ve Sicil Dosyası.

[2] SGK Emekli Sandığı Arşivi, Ali Rıza Çetiner’e Ait 28.417.00 Numaralı Sicil Dosyası.

[3] SGK Emekli Sandığı Arşivi, Ali Rıza Çetiner’e Ait 28.417.00 Numaralı Sicil Dosyası.

[4] BCA, 30.11.1.0.Bakanlıklararası Tayin Daire Başkanlığı Yer:470.26.14.

[5] BCA, 30.11.1.0.Bakanlıklararası Tayin Daire Başkanlığı Yer:470.26.14.

[6] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 1. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 25. Birleşim, (20.12.1965), Ankara 1965, s.614.

[7] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 1. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 25. Birleşim, (20.12.1965), Ankara 1965, s.614.

[8] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 1. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 25. Birleşim, (20.12.1965), Ankara 1965, s.614.

[9] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 3. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 50. Birleşim, (19.12.1966), Ankara 1966, s.645.

[10] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 3. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 50. Birleşim, (19.12.1966), Ankara 1966, s.645.

[11] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 3. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 50. Birleşim, (19.12.1966), Ankara 1966, s.645-646.

[12] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 3. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 50. Birleşim, (19.12.1966), Ankara 1966, s.645-646.

[13] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,11. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 31. Birleşim, (16.1.1967), Ankara 1967, s.152.

[14] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,16. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 93. Birleşim, (27.4.1967), Ankara 1967, s.441-442.

[15] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,16. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 93. Birleşim, (27.4.1967), Ankara 1967, s.442-443.

[16] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,16. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 93. Birleşim, (27.4.1967), Ankara 1967, s.443-444.

[17] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,16. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 93. Birleşim, (27.4.1967), Ankara 1967, s.444.

[18] Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 33. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 53. Birleşim, (16.2.1969), Ankara 1969, s.269-270.

[19] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,33. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 53. Birleşim, (16.2.1969), Ankara 1969, s.269.

[20] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,33. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 53. Birleşim, (16.2.1969), Ankara 1969, s.270-271.

[21] Millet Meclisi Tutanak Dergisi,33. Cilt, 2. Dönem, 1.Toplantı, 53. Birleşim, (16.2.1969), Ankara 1969, s.271.

  • Pazar 34.9 ° / 14.7 ° Güneşli
  • Pazartesi 40 ° / 21.4 ° Güneşli
  • Salı 40.7 ° / 23.8 ° Güneşli